Bu devirde İslâm Devleti’nin sınırları Atlas Okyanusuna ulaştıktan sonra, İspanya’nın fethiyle (711) Pirenelere dayandı. Müslümanlar Paris yakınlarındaki Poitiers’de durduruldular. Asya’da Sind ırmağı aşıldı ve Çin sınırlarına varıldı. Maveraünnehir ele geçirildi. Müslümanların Kuzeyde ulaştıkları en uç nokta Talaş oldu (751). Bu haliyle İslâm Devleti’nin alanı İskender ve Roma imparatorluklarının yaklaşık toplamına ulaşmıştı. Roma en geniş sınırlarına beş yüzyılda ulaşabilmişdi. Müslümanlar ise bir yüzyılda bunu gerçekleştirdiler.58
Emevîler iş başına gelince, Muaviye (661-680) vergileme işini yeniden düzenledi. Ziraî faaliyetlere önem verdi. Yakubî’nin rivayetine göre, onun zamanında, Hz. Ömer tarafından oluşturulan toprak sisteminden hazineye 12 milyon dirhem geliyordu. Bu, toprakların Hz. Ömer’den sonra askerî ve sivil hizmet karşılığı olarak değil, Beytü’I-mâl’e ödenecek bir kira bedeli karşılığında iktâ’ edilmeye başlandığını gösterir. Böylece topraklardan vergi toplanması, peşinleri devlete ödenmek şartıyla kişilere bırakılmış, böylece ziraî mukataa sistemi kurulmuştur. Daha sonra Abbasî, Fatımî ve Büveyhîlerde özel şahıslara verilen mukataa anlamında iktâ’lar görülecektir.59
Fetih hareketleri Emevîlerle birlikte Kuzey Afrika’ya, Asya içlerine, Akdenize yönelmiş, ganimetleri çoğaltmış ve ticâret yollarında da müslümanları hakim kılmıştı.
Abdülmelik (685-705) öncesinde, Arap piyasalarında, dinar denen Bizans ve dirhem denen İran kaynaklı paralar tedavül ediyordu. Müslümanların para operasyonları Hz. Ömer devrinde başlamış, tedavüldeki dirhemler standardize edilmiş, Hz. Ali de ilk İslâm dinarını basmış (660), fakat bu para piyasada tutunamamıştır. Abdülmelik bu duruma bir son vererek ilk İslâm paralarını basmaya başladı (693). Bu gümüş dirhemin ağırlığı, Hz. Ömer’in tesbit ettiği şekilde kalmıştı. Ancak Emevî altın parası, yani dinarı, Bizans dinarından daha hafif idi. Kötü para iyi parayı piyasadan kovduğu için biraz ağır kalan Bizans dinarları piyasadan çekildiler, yerlerini İslâm dinarına bıraktılar.60 Bu dönemden itibaren Çin sınırlarından İspanya’ya kadar olan bölgelerde İslâm paraları yaygınlaştı.
İslâm para uygulaması, dinar ve dirhem isimlerinde de görüldüğü gibi, İran, Roma ve Bizans geleneğini sürdürdüğü gibi Ortaçağ Avrupası da İslâm para sisteminden birçok unsuru benimsemiştir. Mesela Bizans’ın iktisadî gücünün zayıfladığı XII. ve XIII. yüzyıllarda İslâm altın dinarları Bizans nomizma’sının daha önceki dönemlerde oynadığı rolü üstlenerek Akdeniz ticâretinde hakim ödeme birimi olmuştur.61 Harun Reşid (786-809) devrinde Ödemelerde altının çok daha büyük miktarlarda kullanılmaya başlanması mübadele hacmiyle birlikte altın arzının genişlediğini gösterir.
Gelişen ticâret fînans sistemini de geliştirmişti. Beytü’l-mâl ihtiyat fonları bulunduruyor, takas odası (elearing house) işlevini görüyor, para emisyonunu düzenliyor, üreticilere kredi veriyordu. Eğer Beytü’l-mâlı bir çeşit Merkez Bankası olarak kabul edersek devlet gelirlerinin toplanmasına aracılık eden dihkanları da onların muhabirleri olarak görebiliriz. Zira dihkanlar bazen devletin ödemelerini, Beytü’l-mâla olan borçlarına mahsuben, yaparlardı. Yine cehbez ve sarraf gibi özel bankalara benzer çalışan kişilere de rastlanmaktadır.62
Cehbezler mevduat topluyorlar ve özellikle devlete kredi veriyorlardı. Böylece onlar günümüz bankalarının iki önemli işlevini yerine getirmektedirler. Cehbezler Sâsânîler devrinden beri Ortadoğu’da bilinmektedir.
Bir başka kredi kurumu da daha çok esnaf ve tüccarın bu tür ihtiyaçlarını karşılayan sarraflardır. Sarrafların da Bâbillilerden beri varlıkları bilinmektedir. Bunlar mevduat kabul edip, bunun karşılığında senet veriyorlar, mevduat sahibi olanlar da (ki bunlar genellikle tüccarlardır) ödemelerini çek ile yapıyorlardı. Çek ve poliçe keşidesine aracılık ediyorlar, bazan devlet gelirlerini toplama (iltizam) işini üzerlerine alıyorlardı. Yine sarrafların, takas odası işlevini de gördüklerini biliyoruz.63 Ortadoğu’da, özellikle sarraflar vasıtasıyla, kredi ve bankacılık geleneğini Babillilere kadar çıkarmak mümkündür. Cehbezlerin varlığı Sâsânîlerden beri bilinmektedir. İslâm çağında ise Muaviye (661-680) devrinden beri cehbezler faaliyettedir.
Madenî para sisteminde paranın nakli önemli bir meseledir. Daha İslâm’ın ilk yüzyılında para naklini ve tedavülünü kolaylaştıran poliçe (suflece), çek (sakk) ve havale senetlerinin varlığı bilinmektedir. Farsça sıfta (havale senedi) kelimesinden kaynaklanan suflece İsmiyle kullanılan poliçe ve kredi mektubu, paranın şehirler arasında naklinden doğan mahzurları ortadan kaldırıyordu. Arapça’da sakk olarak kullanılan Farsça çek kelimesi asli şekli ve manasıyla bugün Batı dillerinde de yaşamaktadır. Mz. Ömer devrinde de varlığı bilinen çek keşidesi, Beytü’l-mâla ve daha çok cehbezlere yapılabilirdi.64 Bu uygulamalar, İslâm ülkelerinde para ekonomisinin başlardan beri geliştiğini gösterir.
Bütün bu kredi uygulamaları, Haçlılar vasıtasıyla Avrupa’yı etkilemiştir. Bazıları, çek gibi isimleriyle beraber varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bankalar Avrupa’da ilk defa XV. yüzyılın başlarında İtalya’da ortaya çıkmıştı. Çek kullanımı da aynı dönemde başlamıştır. İslâm ülkelerinde daha VII. yüzyıldan beri varlıkları bilinen çek ve poliçe uygulamasının da tesiriyle para ekonomisi oldukça gelişmişti. Yine rehin işlemine dayanan bir kredi işlemi olan muhatara, Batı’da mohatra adıyla uygulanmıştır.65
Öte yandan, birçok vergiyle mükellef olan köylüler İslâm’a girmek ve şehirlere yerleşmek suretiyle bu vergilerden kurtulabiliyorlardı. Bu yüzden, Irak valisi Haccâc şehirlere göçü yasaklamış, müslümanların topraklarına da harâc vergisi koymuştu.
Bu arada Emevî halifesi II. Ömer (Ömer b. Abdülaziz) (717-720) büyük bir malî reform yapmıştı; Bu reform, fethedilen toprakların sanki ümmete vakfedildiği, dolayısıyla devlete ait olduğu görüşüne dayanıyordu. Daha Önce Hz. Ömer tarafından kurulmuş olan vergi sistemi özelliğini kaybetmişti. Çünkü bir çok müslüman fethedilen eyaletlerde toprak satın almışlar ve bu topraklar için, müslüman oldukları gerekçesiyle, harâc muafiyeti ileri sürmüşlerdir.
Ömer b. Abdülaziz müslümanların bu fethedilen ve ümmete vakfedilen toprakları özel mülkiyetleri altına almalarını yasakladı. Harâc ile mükellef olan bir köylü müslüman olursa, bunun mülk toprağı toplumun müşterek malı oluyordu. Eğer bu köylü terk ettiği toprağı tekrar ekip biçmek isterse, devlete bir kira bedeli ödemek zorundaydı. Bu bedel, köy toplumundan toplanan vergi miktarını tamamlamak için kullanılıyordu. Böylece aşınan vergi sistemi, reform sonunda, eski haline getirilmeye çalışılmış ve toprakların özel mülkiyet altına alınma süreci durdurulmuştur.66
YAZAR: PROF. DR. AHMET TABAKOĞLU
———————————————————————————————————————————————–
58 Sahillioğlu, 1989a, 60.
50 Bilindiği gibi mukatanlar genellikle özel kesim (mültezimler) tarafından peşin ve yıllık ödemelerin hazineye yapılması şartı ile çalıştırılan işletmelerdir. Bu işletmeden elde edilen gelir ile hazineye ödenen pay arasındaki fark mültezimin kârını oluşturur. Bu tür iktâ’lar hakkında bkz. Turan, 1967.
60 Lombard, 1983, 110-i; Erkal, 1985.
61 Pamuk, 1999,6.
62Salih Ahmed Ali, 1953,249-267.
63 Duri, 1974, 164-171.
64Duri 1948, 173-9
65Turan, 1980, 372. Bu işlem, aynı adla, faizli kredi yasağını aşmak için Ortaçağ Batı Avrupasında yaygın olarak kullanılmıştır. Bkz.Rodinson, 1969, 72.
66 Brockclman, 1964,83-4.