İnan Şirketi
Bu şirket, günümüzdeki Anonim şirketlerin benzeridir. Ancak, ortakların haklarını koruyucu nitelikte ayırıcı özellikleri vardır. Şöyle ki; 100 kişi 1’er milyon lira koyarak, 100 milyon sermayeli bir şirket kursalar, bu para mala dönüşünce, her ortağın tüm şirket mal varlığı üzerinde % 1 oranında hakkı doğar. Üzerinde, sermaye miktarı, yüzdesi ve kârını paylaşılma şekli yazılı bulunan bir belge düzenlenirse, bunun adı «hisse senedi» olur. Kâr, ortaklar arasındaki anlaşmaya göre paylaşılır. Zarara ise % 1 oranında katlanırlar. Yıl sonlarında kârın kısmen dağıtılması veya hiç kâr dağıtılmaması ortakları ekonomik bakımdan etkilemez. Çünkü dağıtılmayan kâr, şirketin mal varlığına yansıyacağı için hisseler büyümüş olur. Bir bakıma kâr dağıtılmaması ortakları tasarrufa ve yeni yatırımlara yöneltmiş olur. Bereketli bir ticaretten sonra, diyelim beşinci yılın sonunda, hisselerin para olarak belirlenmesi gerekse, borçlar ve amortisman bedelleri düşüldükten sonra şirketin müsbet mal varlığı, yeni fiyatlar üzerinden değerlendirilince, iki milyar liraya yükselmiş bulunsa, her ortağın hissesi 1 milyondan 20 milyona çıkmış olur. Artık, üzerinde 1 milyon yazan ilk hisse senetlerini iptal ederek, 20 milyon yazan yeni hisse senetleri çıkarmak gerekecektir. Hissesini devretmek isteyen ortak, gerçek değer üzerinden pazarlıkla satış yapabilir.
Anonim şirketlerde ise, bazen çeyrek asır geçtiği halde hiç değiştirilmemiş hisse senetleri vardır. Çoğu kere, iş hacmini büyütme sebebiyle ya hiç kâr dağıtılmamış ya da kısmen dağıtılmıştır. Yukarıda verdiğimiz örnekte, başlangıçta 100 milyon olan sermaye, 10 yıl sonra, dağıtılmayan kârlar ve enflasyonlar sebebiyle 3 milyar lira değerindeki müsbet mal varlığına ulaşsa, başlangıçta 1 milyon sermaye koyan ortağın hissesi 30 milyona çıkmış olur. Fakat hisse senetlerinde düzeltme yapılmadığı için, böyle bir ortak, menkul kıymetler borsasında belki 2 yada 3 milyona alıcı bulduğu zaman % 200 veya %300 kârla sattığını düşünecektir. Gerçek değerinden yaklaşık olarak 27 milyon eksiğine satılan bir hisse senedinin, 2-3 katı kârla satıldığını kabul etmek ekonomik bir çelişkidir. Diğer yandan 10 yıl sonra kârın da 1 milyon hisseye göre dağıtılması ve büyük meblağ görünümü vermesi başka bir çelişkidir. Hisse senetlerinin tutan 100 milyon olduğu için, 51 hisseyi eline geçiren, yani 51 milyon veren, 3 milyarlık tesisi de ele geçirecektir.
İnan ortaklığı çerçevesinde iki kişi, ortak mesken yapabilir. Mesken tamamlanınca, 8 milyon lira maliyet olsa, iki ortak bunu yarı yarıya karşılamışsa, ev aralarında % 50 ortak olur. Birisi yeni değeri üzerinden, meselâ, 12 milyon üzerinden kendi hissesini diğer ortağa peşin veya taksitle 6 milyona satsa, 2 milyon lira kârla mülkünü satmış olur. Ortaklardan birisinin devlet olması sonucu değiştirmez. Aslında aynı yola çıkan prosedürün hak ve risk bakımından tashih edilmesi gerektiği söylenebilir.
Bu konuda son yıllarda çıkarılan «Yeniden Değerleme Kanunu» ve sermaye arttırımı uygulamaları olumlu adımlar sayılabilir. Ancak ortakların haklarını koruyucu daha etkin tedbirlere ihtiyaç vardır. [1]
Mudârabe Şirketi
Bir veya çok kişi sermayeyi, diğer taraf emeğini ortaya koyarak «mudârabe şirketi» kurabilir. Mudârabe; elinde sermayesi olup da bilgisi, tecrübesi olmayan veya sağlığı elverişli bulunmayan yahut daha çok kâr elde etmek isteyen kimse ile, elinde sermayesi bulunmayan, bilgili, tecrübeli, yetenekli ve ticarete yatkın kimseyi bir araya getirir. Kârın paylaşılması anlaşmaya göre olur. İşi yürütenin kastı olmaksızın meydana gelecek zarar, önce kârdan, bu yetmezse anaparadan karşılanır. Mudârabe için alınan kredinin hesabı ayrı tutulur ve süre de belirlenmiş olursa, alınan kredi ve buna isabet eden kâr, süre sonunda iade edilir. Bu yolla, uzun, kısa, bazen bir parti mal için, finansman sağlamak mümkündür. Bu sistemin çalışması mutlak güvene dayanır ve giderek dürüst iş adamları ekonomik prim kazanır.
Mudârabede, işletmecinin sermayeyi bizzat işletmesi zorunluluğu yoktur. Kâr marjını yükseltmek için alt mudârabe ve mudârabecikler tesis etmek mümkündür. Böylece, sermaye sahipleri ile direkt muhatap olan, fakat mevduatı kâr-zarar ortaklığı çerçevesinde işletecek olanlara intikal fonksiyonunu ifa eden «Banka Sistemi» ortaya çıkmış olur. Banka, sermayeyi ya kendisi çalıştırır, kârdan hissesine düşeni alır, ya da alt işletmecilere verir ve kârdan hissesine düşeni onlarla paylaşır. Banka, bu sonuncu durumda aracılık görevi yapar ve sermaye piyasasını tanıması, kâr marjını yükseltmeye çalışması nedeniyle, emeğinin karşılığını kârdan alır.
Mudârabe sisteminde, bankaların sermaye sahiplerine karşı, zararı dımân sorumluluğu yoktur. Kasıt olmadığı sürece hüküm böyledir. Hiç kâr olmaz veya zarar meydana gelirse, banka emeğinin karşılığını talep edemez. Bu durum, onları dikkatli olmaya ve kâr getiren yatırımlara sevkeder.
Mudârabe’de bankanın zarara katılmaması, anaparayı aynen iade etme zorunluluğunun bulunmaması ve kârdan serbest sözleşmeyle belirlenecek bir paya hak kazanması dikkate alınarak İslâm’ın banka sistemini güçlendirdiği söylenebilir.
Üretim işinde yetenekli olan, fakat bunun için gerekli tesislere sahip bulunmayan kimse, bunları başlangıçta herhangi bir bedel ödemeksizin «kira akdi» ile elde edebilir. Tesisleri satın alabilecek duruma gelince de mülkiyetini devralabilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslâm, finans kaynaklan bakımından güven esasına dayanan çözümler getirmiş ve haksız kazanç yollarım kapamaya çalışmıştır. Meşru kazancı sermaye, emek veya risk bazına oturtmuştur.
En doğruyu bilen Allah’ın, doğruyu bulmada yardımcı olmasını niyaz ederim.
YAZAR: PROF. DR. HAMDİ DÖNDÜREN
———————————————————————————————————–
[1] Dr. Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslami Yaklaşımlar, İklim Yayınları: 135-137.